Tuvaletli Otobüs
Kalabalık bir mekandayım, pazar yeri gibi. Çoğunlukla kadınlar ve çocuklar. Kadınlar çocuklarının
ellerinden çekiştirerek onları sağa sola götürüyorlar. Adamlar da var. Yere çömelmiş yaşlıca bir
adam... Üzerinde soluk renkli grimsi bir ceket ve aynı renkte bir pantolonu var. Sigarasını yere atıp
ayağa kalkıyor. Pis herif, yere çöp atılır mı? Nefret ediyorum ondan!
Hava çok sıcak. Akşamüstü olmuş ama güneş hala batmamış, kavurmaya devam ediyor. İnsanlar
otobüslerin gölgelerinde birikmişler. Yan yana duran dev gibi otobüsler. Hepsi ne kadar da lüks,
uzay araçlarını andırıyorlar. Parlak metalik renklere boyanmışlar. Dikiz aynaları kafalarının
önündeki boynuzlar gibi duruyor. Kendi otobüsümü arıyorum, tuvaletli olanı. Bana ucuz
otobüslerin tuvaleti olmaz demişlerdi ama ben bir tane buldum. İstanbul’a gidene kadar üç saatte
bir mola veriyorlar. Ya çok çişim gelirse? Ya otobüse bindiğim anda çişim gelirse, üç saat tutmam
gerekirse?
Yanında kocaman ‘Pasifik Turizm’ yazan otobüs orada. Peşimde sürüklediğim tekerlekli bavulu
bagajcıya vermek için sıraya giriyorum. Bir süre sonra kuyruk ilerlememeye başlıyor. Yaşlı bir
kadının bagajcıyla tartıştığını görüyorum. Bagajla ilgili ne tartışabilirler ki? Yaşlı kadınlar çok
huysuz oluyor. Hayır, bu kadın gibi iyi giyimli modern görünümlü olanları huysuz oluyor. Belli ki
mutlu bir hayat geçirmiş, eski günlerini özlüyor. Tartışma bitiyor, sıra bana geliyor. Bagajcı
bavulumu alıp bana plastikten bir numara veriyor. Hemen sırt çantama koyuyorum. Ne de olsa
onu yanımda otobüse götüreceğim. İçinde radyolu vokmenim ve kasetlerim var, komik dergilerim
var, krakerlerim ve içme suyum var. Ama içme suyunu mümkün olduğu kadar az kullanacağım.
Otobüsteki hostesten isterim. Onların suyu bedava.
Sonunda koltuğuma oturdum. Ne kadar da rahat, sanki evimdeki koltuk gibi. Şöförün motoru
çalıştırmasıyla birlikte yüzüme doğru serin bir rüzgar esmeye başlıyor. Dışarının sıcağını
unutuyorum. Uçakta gibiyim. Yoksa uçakta mıyım? Uçakta... Ama ben yüksekten korkarım!
Neyse ki pencereden bakınca karayolunu gördüm. Evet, otobüsteymişim. Ama yine de içimde bir
huzursuzluk var. Otobüsle ilgili. Artık eminim; aradan yıllar geçmiş ama ben hala korkuyorum.
Unuturum sanıyordum ama unutamamışım. Keşke uçağa binseydim...
Otobüsün erkek bir hostesi var. Devamlı bize yiyecek, içecek dağıtıyor. Hem de hiç para almadan.
Önce isteyenlere elindeki şişeden bardağa su koyup verdi, sonra içi krakerle dolu bir sepeti
yolcuların arasında dolaştırdı. İsteyen istediği kadar alabiliyor. Ama ben bir tane aldım. Fazla
almak kabalıktır, etraftan ayıplarlar sonra. Şimdi de sıcak su dağıtıyor, isteyen çay kahve yapıp
içsin diye. Yanımdaki şişman adam kahve istiyor. Ben bir şey istemiyorum, zaten uykum var.
Güneş’in batışını seyrediyorum. Eski sarılığı kalmamış, gökyüzünde duran parlak bir portakal
olmuş. Ama korkacak bir şey yok, yarın eski gücüne kavuşacak biliyorum. Günün sonuna kadar
bizi ısıtmak için çok yakıt harcıyor, o yüzden yakıtı bitiyor. Gece olunca sönüp yakıtını biriktiriyor.
Küçükken annem söylemişti. Mantıklı değil mi? Tepede Ay var. Güneş’in batmasını beklememiş.
İnşallah kötüye alamet değildir. İnşallah yine kötü şeyler olmaz.
Belki de hiç binmemeliydim otobüse. İstanbul’a gitmesem de olurdu. Orada dayımın
marangozhanesi var, onun yanında çalışacakmışım. Burada iş bulamaz mıydım sanki? Bulabilir
miydim? Babam olsaydı bulurdu bana. O beni çok severdi, hep üstüme düşerdi. Ama o öldü...
Öldü o, iş bulamaz bana.
Bütün gün koşturdum, çok yoruldum. Artık uyumak istiyorum. Ama yanımdaki şişman adam çok
çirkin kokuyor. Söylesem kızar mı acaba? Söyleyemem, ayıp olur. “Acıyı düşünmezsen daha az
hissedersin” demişti annem bana babam öldüğünde. Ben de kokuyu düşünmeyeceğim. Güzel
şeyler düşüneceğim. Balın kokusunu, kokulu silgilerin kokusunu, anneme aldığım sümbülleri,
babamın kokusunu. Babam sigara kokardı, çünkü çok sigara içerdi. Ama sigarasını hiç yere
atmazdı. Hep kül tablasına koyardı. Onun yüzünden sigara kokan insanlara hemen kanım kaynar.
Evet, sigara kokusunu düşünmeliyim. Şişman adam tepesinde duran düğmeye basıyor. Düğmenin
ışığı yanıyor. Erkek hostes geri geldi, adama bir isteğiniz mi var diye soruyor. Adam bir bardak su
daha istiyor. Oysa bir bardak içmişti zaten. Kahveden sonra tekrar susamış olmalı.
Gözlerim kapanıyor...
Otobüsün içinde herkeste bir telaş var. Kimse susmuyor, herkes bağırıp çağırıyor. Şöför bile
yerinde yok. Birçok kişi gibi o da otobüsten inmiş, elinde feneriyle yerde yatan bir adama bakıyor.
Kadınlar ağlıyor. Annem de ağlıyor. “Anne ağlama” diyorum, elini tutuyorum. Otobüsün geçmiş
olduğu yolda o yatan adamlardan çok var. Hepsi de ölmüş. Pamuk prenses, hayır, Hansel ve
Gretel’in ekmek kırıntıları gibi belli aralıklarla yola serpiştirilmişler. Ben de otobüsten iniyorum.
Yerde yatan adama bakmak istiyorum ama annem izin vermiyor. Eliyle gözlerimi kapatıyor. Ben
yine de parmaklarının arasından görüyorum. Babam orada yatıyor, kafasını çok sert çarpmış
herhalde, hep kan içinde kalmış. Ben de ağlıyorum. Babam ölsün istemiyorum.
Otobüsteyim. Herkes uyuyor, gece olmuş. Yanımdaki şişman adam horluyor. Tam dört saat yirmi
dakika uyumuşum. Uyanık birileri var mı diye ayağa kalkıp etrafıma bakıyorum. Arkalardan bir
hanımefendi yerinden kalkmış tuvalete gidiyor. Benim de tuvaletim gelmiş, işi inşallah çabuk biter.
Şişman adamın horultusunu duymamak için vokmenimi kulağıma takıyorum. Ama ben başkaları
gibi şarkı, türkü dinlemem. Annem küçüklüğümde bana hep klasik müzik dinlettirirdi, bana iyi
geleceğini söylerdi. Vokmenim Mozart çalıyor. Pencereden dışarıyı seyrediyorum. Uğurlu
yıldızlarım orada, benimle birlikte geliyorlar. Onlar beni hiçbir yerde yalnız bırakmazlar, gemilere
eşlik eden yunuslar gibi her yere peşimden gelirler. Benim arkadaşlarım onlar, şu üç tanesi.
Çok sıkıştım. Şişman adamın tepesindeki düğmeye basıyorum. Düğmenin ışığı yanıyor. Erkek
hostes gelince rica edeceğim, tuvaletteki hanıma çabuk olmasını söylesin. O gelene kadar yine
dışarıyı seyrediyorum. Yıldızlarımdan biri kaybolmuş. Karşıdaki dağın arkasına saklanmıştır kesin.
İşte! Saklandığı yerden çıktı, yine üç tane oldular. Mozart’ın eşliğinde martılar gibi havada
süzülüyorlar.
Erkek hostes hala gelmedi. Eğer o da uyumuyorsa şimdiye kadar çoktan gelmiş olması gerekirdi.
Ama belki de gelmiştir, kulağımda vokmen olduğu için fark etmemişimdir. Tekrar kalkıp hostesi
aramak zorundayım. Tuzlanmamış kurban derisi gibi kokan şişman amcanın üzerinden kafamı
çıkarıp koridora bakıyorum. Adamın horlaması birden kesiliyor. Gözlerini açmış bana bakıyor.
Bacağına bastırınca uyanmış olmalı. “Hayrola?” diyor. “Erkek hostesi arıyordum” diyorum. Erkek
hostes görünürde yok. Yerime dönüyorum. Uslu olmam lazım. Kimse beni ayıplasın istemiyorum.
Anlaşılan şişman adamı fena uyandırmışım, hala daha uyumadı. Belki o da uykusunu almıştır.
Şimdi ayağa kalktı. Gitti... Nereye gidiyor ki, tuvalet dolu? İleride kayboldu. Tepedeki pervanesiz
vantilatör sağolsun o gidince kötü kokusu da gitti. Hava temizlendikten sonra hatırladım amcanın
koktuğunu. Demek ki kokuyu unutmayı başarmışım. Umarım amca çabuk gelir, çünkü hemen
tuvalete gitmem lazım. Dayanamıycam artık karnım ağrıyor. Amca gelene kadar sabretmeliyim.
Tuvaletimi düşünmemeliyim. Mesela temiz havayı düşünebilirim.
Aslında içimdeki sıkıntı sadece tuvalet değil. Biliyorum saçma sapan düşünceler ama başıma yine
kötü bir şeyler gelecek diye korkuyorum. Arkada oturan hanım yerine döndü mü? Ayağa kalkıp
tuvalete giderken rahat görmüştüm ama bu ışıkta, onun koltuğunda oturan biri var mı yok mu
anlamak çok güç. Peki erkek hostes nerede? Şişman amca ya gelmezse?
Bekliyorum, hiçbir şey yapmadan bekliyorum. Artık manzara seyretmek de istemiyorum,
yıldızlarım da, Mozart da yardım edemiyor bana. Çişim var işte, çişim var! Arkamda
hareketlenmeler oluyor galiba. Belki hostes geri gelmiştir diye arkama dönüp tekrar koridora
bakıyorum. Sol çaprazımda yaşlı bir teyze uyanmış, loş ışıkta kesin olarak seçemiyorum ama
bagajcıyla kavga eden teyzeye benziyor. Çantasından bir kutu çıkardı, ilaç kutusu olmalı. Kutudan
aldığı hapı ağzına attı, üstüne de önünde duran suyunu içti. Yazık, ilaçlara bağımlı olmak ne kadar
da kötü bir şey. Uykunu bile ona göre ayarlamak zorundasın. Teyzenin boşu boşuna uykusu açıldı.
Allah kahretsin, o da koridora çıktı. Kafanız yetmiyor mu, tuvalet dolu! Dolu olmasa önce ben
giderdim. Karnım artık ağrımıyor, acıyor! Çişimi fazla tutmamam lazım, annem demişti. İdrar
kesem delinir sonra, ameliyat olmam gerekir. Ameliyat olmazsam ölürüm.
Dayanmalıyım. Derin derin nefes almalıyım. Önümdeki su bardağı hala doluymuş. Suya
bakmamam lazım. Ama susadım. Hem çişim var, hem de susadım. İkisine birden katlanamam.
Herhalde bundan daha kötü sıkışamam, bu pervanesiz vantilatör dilimi damağımı kuruttu.
Suyumun geri kalanını içiyorum. Su sanki midemden hemen geçip sidik torbama gitti, çişin yaptığı
baskının üzerine çöktü. Elimle karnıma bastırıyorum, çişin aşağıya yaptığı baskıyı azaltmak için
ben de yukarıya baskı yapıyorum. Ne kadar aptalım, bütün mola süresince uyuyormuşum. Bir
dahaki molaya bir saat var daha. Ama ne yapacağımı biliyorum. Şöföre söyleyeceğim. Şöförle
konuşmak yasaktır ama ben yapacağım. Aradan ne kadar zaman geçti teyze tuvaletten gelmedi,
koltuğu boş. Yan koltuğundaki yaşlı amca da huzursuzlanmaya başladı. Teyzenin kocası olmalı,
yoksa bayan yanı vermezlerdi. O da tepesindeki düğmeye bastı.
Bulunduğum yerden şöför koltuğunu göremiyorum. Otobüs hareket ediyor olduğuna göre
yerinde olmalı. Yoksa otobüs kendi kendine gidemez ki. O sadece bir makine. Erkek hostes, ışıklı
düğmeye basan yaşlı amcaya da gelmedi. Ayağa kalkıyorum. Şişman amca yerinde olmadığı için
koridora geçmem kolay oldu. Öne doğru ilerliyorum. Evet, şöför orada! Yanına yaklaşıp
“Afedersiniz, hostes bey nerede biliyor musunuz?” diyorum.
“Çağrı düğmesine basın, hemen gelir” diyor gözünü yoldan ayırmadan.
“Yemin ederim bastım, kendisi hiçbir yerde yok” diyorum.
“O zaman en arkadaki yerinde uyuyakalmıştır” diyor. Orada olmadığını biliyorum ama yine de
emin olmam lazım. Otobüsün arkasına doğru ilerliyorum. Yolda yaşlı amcayı görüyorum. O da
karısını merak etmiş olmalı. Ayağa kalkıp tuvalete yöneliyor. Yürürken her adımımda biraz biraz
altıma kaçırdığımı hissediyorum. Ben de amcayla gitmeliyim. Tuvaletin dolu olduğunu kendim
görmeliyim.
Amca otobüsün orta kapısının yanına gelince, kapıyı açıp dışarı çıkacakmış gibi merdivenden aşağı
iniyor. Dört tarafı da kapalı bir minik kulübede sanki; önünde otobüsün kapısı, sağında soğuk
içeceklerin konduğu kilitli buzdolabı, solunda tuvaletin kapısı, arkasında ise ben. Soluna dönüp
tuvaletin kapısını çalıyor. “Tuvalet dolu amca” diyince aniden irkilip bana dönüyor, varlığımı fark
etmemiş olacak. Kapıyı bir daha çalıyor, “İçerde kimse var mı?” diye soruyor.
“Tuvalet dolu amca” diyorum.
“Baksana kimse cevap vermiyor” diyor. Tuvalet kapısının kolunu tutuyor. Ben de onun elini
tutuyorum.
“Tuvalet dolu amca” diyorum.
Amca beni dinlemiyor, kapıyı ittiriyor. Kapı açılmayınca kendine doğru çekip açıyor. Ama
açmaması lazım. Tuvalet doluyken kapı açılmaz. Herkes seni ayıplar sonra. Yaşlı amca içeri
giriyor, ben de peşinden giriyorum. İçeride karısını görünce gözleri kocaman açılıyor, karısının
adını söylüyor, Perihan. “Perihan?” diyor. Ama teyze cevap vermiyor. Çok korkuyorum. Lütfen
cevap versin, bir şeyler desin. Kötü bir şey dese yine de razıyım.
Ama hiçbir şey demiyor, uzun eteğini ve donunu dizinin altına kadar indirmiş, arkasına yaslanıp
başını geriye atmış, klozette öylece oturuyor. Açık gözleriyle sanki tavanı seyrediyor. Ağzı da
gözleri gibi açık, çenesi neredeyse yere düşecek. Amca paniğe kapılıyor. Kendini hemen dışarı
atıyor. Tuvalet zaten üçümüz için çok küçük. Yardım istemek için ağzını kocaman açıyor, ama
ben tam zamanında yetişip kapatıyorum. Sakin olmak zorundayız. İnsanları uyandırmamalıyız.
Ama amca benimle aynı fikirde değil. Bileğimi tutup ağzını kurtarmaya çalışıyor, sanki delirmiş.
Avucumu ağzına bütün gücümle bastırıyorum. Bana vurmaya çalışıyor. Karnıma vuruyor. Onun
her vuruşunda ben de donumu dolduruyorum. Donum sırılsıklam oldu, hissedebiliyorum. Sol
elimle ensesinden yakalayıp sakinleştirmeye çalışıyorum. Ayağımı sağ tarafımda duran
buzdolabının altındaki bölmeye sokuyorum. Otobüsün kapısı açılıyor. Amcayı ittiriyorum ama iki
eliyle eşiğin iki yanını sıkıca tutuyor. Ne kadar ittirsem boş. Sol elimi de ağzının üzerindeki sağ
elimin üzerine bastırıyorum. Amca artık ellerini ayaklarını kullanamaz, tek yaptığı bağırmaya
çalışmak. Kollarım dümdüz olana kadar geri gidiyorum. Bütün gücümü kullanıp ayakkabımın
tabanıyla göğsünün ortasına tekme atıyorum, aynı dev bir böceği ezer gibi. Çıkarmaya çalıştığı
boğuk ses ton değiştiriyor. Gerilip bütün gücümle bir kez daha vuruyorum. Sağ eli kurtuluyor,
dengesini kaybedip aşağı düşüyor. Bir şeyi var mı diye arkasından bakıyorum. Otobüs hız
tümseğine girmiş gibi hopluyor. Rüzgar üfül üfül esiyor. Üç yıldızım orada, hala peşimden
geliyorlar. Şehir dışında bir yerdeyiz. Etrafta dağlar ve ağaçlar var, hiç ışık yok. Üç yıldızın bir sürü
arkadaşını rahatça görebiliyorum. Tuvaletin kapısı açık. En sonunda boşaldı galiba.
İçeride...! İçeride ölü bir kadın var! Bu o yaşlı teyze! Biliyordum! Yine kötü bir şeyler olacağını
biliyordum! Hemen erkek hostese haber vermeliyim. Kocası duyunca kim bilir ne kadar üzülecek.
Hepsi benim yüzümden. Biliyordum işte, uğursuzum ben...
Tuvaletten dışarı çıkıyorum. Otobüsün kapısı açık kalmış. Üzgünüm ama artık dayanamıycam.
Daha fazla tutarsam idrar kesem patlar, sonra ameliyat olmam gerekir, yoksa ölürüm. Bir çiş
yüzünden ölmek istemiyorum. Hem kim görecek ki?
Pantolonumu indiriyorum, ıslak donumu da. Gecenin üzerine işiyorum. Çişim sağa doğru eğimli
bir çizgi gibi. Arkamdan konuşmalar duyuyorum. Sonunda birileri uyanmış olmalı. Çişim sanki
yere hiç düşmüyor, havada dağılıp gidiyor. Aaahhhh, nasıl da rahatlıyorum...
(Sanık, yattığı kanepeye idrarını yaptığı için uyandırılır. Sorgulama tatmin edici bulunduğundan
tekrar hipnotize edilmesine gerek duyulmayacaktır.)
|