Mor Menekşe




Download 0.64 Mb.
Pdf ko'rish
bet2/13
Sana27.10.2022
Hajmi0.64 Mb.
#28242
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   13
Bog'liq
cukulatalar

Türkiye Birincisi
Asla yeterince iyi olamadım. Aileme, anneme babama, onların bana harcadığı paraya layık 
olamadım. Hayır, serseri değildim, geri zekalı da değildim, bir amacım da vardı ve bunu 
gerçekleştirmek istiyordum. Çalışkan olmak... istiyordum. Çalışkan olmak için oturup çalışmak 
lazım ben de biliyorum, söyledim ya geri zekalı değilim. Ama bunu beceremiyordum. Yani kıçımı 
sandalyenin üzerinde o kadar zaman tutamıyordum, beynimi o kadar zaman aynı konuya 
yoğunlaştıramıyordum. IQ testlerinden yüksek sonuçlar aldığım halde, bu sonuçları derslere 
yansıtamıyordum, duma duma dum. Bence ben hiperaktifim, yani en azından öyleydim o 
zamanlar. Kimseye söylemiyordum, olduğum gibi yaşamaktan memnundum. Benim bilime değil, 
sanata yeteneğim vardı. Ben bir ressamdım. Boş vaktimin tamamını evde resim yapmakla 
geçirirdim. Bir de kronik abazanlık tabi. Evimde Tinto Brass’ın hemen hemen her “başyapıtı” 
mevcuttur, ama bunlar da kesmeyince, son kalan paramla kaçak pazarından bir gizli kamera aldım 
kendime, ama daha hayrını göremedim şerefsizin. Şu işler bir bitsin, karşı komşunun kızı var ya, 
öfff. Göt kadar kamera, bir girerim evlerine, bırakırım kızın odasına, öhöm öhöm nerdeydik? 
Evet resimler... Resimlerimi gerçek ustalara da gösterdim, ‘sende gelecek var’ dediler bana. Bu 
ülkede bilimle sanat o kadar ters şeyler ki, yaşamadan öğrenemiyorsunuz. Bilim; “hiçbir şey 
yoktan var edilemez, sadece form değiştirir” der, ama sanat; ‘yoktan var etme’ işidir. Kimse beni 
dinlemedi. Fen matematik yazmıştık bir kere, ve haliyle de başarısızlığımdan dolayı açıkta 
kalmıştım. Dershaneye bile gitmedim belki ondandır... Ama bu sene kararlıydım. Her şeyi ciddiye 
alacaktım. Okul da yok nasılsa, daha rahat çalışır, bir yere girerim dedim kendime.
Her çocuk gibi benim de bir dershane bulmam lazımdı. Babam saldı beni sokağa; “git bir 
dershane bul kendine gel” dedi. Dalga geçiyorum sanacaksınız ama, dershane nerde olur onu bile 
bilmiyordum. Bar değil ki bu anasını satayım gir barlar sokağına seç birini. Benim gibi adama 
söylenir mi böyle laf? Ama yapmalıydım, dedim ya, ben serseri değildim ve bir amacım vardı; bir 
üniversiteli olmak. Fakülte pek önemli değil, ama mümkün olduğu kadar iyi bir yer. Sonra iyi bir 
iş, sonra iyi para, sonra iyi hayat. Bütün bunların farkında olacak kadar uyanmıştım hayata. 


Sinemaya giderken bir dershanenin önünden geçerdim hep, neydi adı? Umut Dershanesi. 
Yerini bildiğime göre, önce oradan başlamalı diye düşündüm. Bir koşu indim sinemanın yanına. 
Aaah, dershane değilmiş, sadece afişiymiş: “Umut Dershanesi, her sene ilk yüzde en az 30 
öğrenci. Yüzde yüz başarı garantisi. Her bölümden en fazla 3 yanlış.” Oha be kardeşim nasıl bu 
kadar iddialı olabiliyorlar, yüzde yüz başarı ha? Soruları mı çalıyorlar acaba? Her neyse bir bakmak 
lazım.
Telefon numarasını ve adresi bir kenara not ettim (yanımda kağıt taşıyacak kadar 
sorumluluk sahibiyim), sonra tekrar yürüyerek (spor sağlığa yararlıdır) dershaneyi buldum. Eee, 
şimdi naapıcaz ki? En iyisi içeri bir bakıp sonra eve gitmek. Gözüm tutarsa babamla gelip 
kaydolurum düşüncesiyle daldım içeri. Danışmaya gittim, bilgi almak istediğimi söyledim. Güler 
yüzlü bir hanfendi (hanımefendi de denebilir) beni ‘müdür’ ün odasına yolladı. Okul mu lan bura 
müdür falan? bir de dekan olsaydı bari. Müdür bana kaydolmaya niyetimin olup olmadığını sordu. 
Ukalalık yapardım ama, odada ikimiz yalnızız... “Evet, beğenirsem kaydolucam.” dedim. Fiyatı 
sordum, “Onlar önemli değil” dedi adam bana. Elime bir test verdi; “otur bunu çöz, geçersen 
kaydederim seni” dedi. Oha bir dakka bu ne? Tamam çok erken geldim, benden başka fazla 
öğrenci yoktu ortalarda, ama böyle baş başa sevgili gibi de test mi yapılır be kardeşim? Sorulara 
bakmadan kalacağımı biliyordum, çünkü yaz tatilinden yeni çıkmıştım ve tatilde çalışacak kadar da 
aklımı peynir ekmekle yememiştim. Eve gittiğimde ‘uğraştım ama olmadı’ diyebilmem için bir 
şeyler yapmam lazımdı. Ben de teste bakmaya karar verdim. Test IQ testiymiş. Gerçekten de 
şaşırmıştım; derslerle zekanın ne alakası olabilir ki? Sorular kolaydı, ama ben tırsmıştım. Bir iş 
oldu bittiye getirilmeye çalışılıyorsa kesin bir pislik vardır. Soruları doğru düzgün okumadan 
kafadan salladım, neden mi? Çünkü “ben vazgeçtim abi sizde kesin bir pislik var” demeye 
korktum. Cevapları müdür denilen adama verdim. Kimse olmadığı için hemen orada optik 
okuyucudan geçirdi. Sonuca baktı ve “Kaydoldun” dedi. Anlaşılan attıklarım tutmuş, belki de bu 
tanrıdan bir işarettir diye düşündüm :P “Ama para?” “O dert değil.” Sana dert değil tabi dümbük, 
parayı veren biziz. Her neyse, son on senede yedi tane Türkiye birincisi çıkartan bir dershaneye 
kaydolmuştum, hem de bu kadar kolay. ‘Belimi doğrultuyorum galiba’ diye düşündüm ve evin 
yolunu tuttum (yol nasıl tutulur diye sormayın, ben tutarım).
Akşam evde bizimkilere olanları anlattım. Hayret, ilk defa babamın yüzünde bu ifade 
vardı, ‘iyi ki bu çocuğu yapmışız’ diyen bakışı. Sonunda benimle gurur duymaya başlamıştı. Ben iyi 
niyetli birisiyim, elimden gelse deli gibi, manyak gibi çalışır, onun yüzünü hep güldürürdüm, ama 
olmuyodu işte olmuyodu anasını satayım. Neyse, belki de bu dershane benim hayatımda değişiklik 
yapacaktı. Ümidim vardı, işte bu her insanda olması gereken bi şey. İnsanın temel ihtiyacı, 
yaşamak için sebebi...
Sonunda dershanenin ilk günü gelmişti. Ağustos’un sıcağında çıktık ‘Umut’a yolculuğa. 
Bina bu sefer kalabalıktı, acaba bizim sınıf nasıldı? Kızlar var mı? Varsa nasıl? Sıram nasıl? Bayan 
yanı mı, yoksa pencere kenarı mı? Belki de pencere bayan arasıdır, kim bilir? Koşarak sınıfımın 
olduğu ikinci kata çıktım. Zilin çalmasına 3 dakka falan vardı ama herkes çoktan sınıflara gitmişti. 
Kafamı sınıftan içeri soktum. Aman tanrım. İçerde dünyayı ele geçirmeyi amaçlayan bir mutant 
ordusu vardı. Birazdan alien komutanları gelecek ve istila için son planları yapacaklar... TİPİ 
VARDI HEPSİNDE. Kardeşim anladık ineksiniz kendinizi derse vermişsiniz, ama bari normal 
insana benzeyin be!
Kızlar ikiye ayrılır, bıyığı olduğunu kabul edenler ve kabul etmeyenler. Bıyığı olduğunu 
kabul eden kızlar giderler çeşitli yöntemlerle (yakarak, ağda yaparak falan) bu bıyıklarını düzenli 
olarak ortadan kaldırırlar. Yanımdaki kız kesinlikle bıyıklı olduğunu kabul etmek 
istemeyenlerdendi. Kafamı ona çevirdiğimde aramızda on santim kalıyordu, ve ben onu gördükçe 
komplekse giriyordum. Bende öyle bıyık olsa var ya, nasıl gider biliyo musun bu kestane gözlerin 
altına? Sınıfa ne hayallerle girmiştim, ikinci bir arkadaş çevresi falan. Ama şimdi sadece hocanın 
bir an önce gelmesini bekliyordum. Gerçekten de hoca bir an önce geldi. Tipi çok da önemli 
değil, size burda bir hoca tasviri yapıp beyninizi boşuna yormiycam. Hocanın kendisi de önemli 
değil zaten, önemli olan gelir gelmez hepimize dağıttığı formlar.


“Bunları doldurup imzalayacaksınız.” dedi adam...
‘Ben, nokta nokta nokta, üniversiteye girene kadar başka bir dershaneye gitmeyeceğimi, ve 
bu dershanenin uyguladığı yöntemleri kimseye anlatmayacağımı teyit ederim. İmza....’
Dershanenin uyguladığı yöntem demekle herhalde formun geri kalan bölümünü 
kastediyorlardı:
‘Saat 6:00 uyanma ve kahvaltı.
Saat 6:30 Matematik
Saat 7:30 su ve ihtiyaç molası
Saat 7:40 Fizik
Saat 8:30 Kimya
Saat 9:30 Dershane
Saat 15:00 Eve varış
Saat 15:10 Tarih......’
Liste gün sonuna kadar gidiyordu. Ne kadar saçma. Ben her gün ayrı bir derse çalışırım 
valla, beni bağlamaz.
Günler geçiyordu. Her geçen gün içerisi biraz daha garipleşiyordu. Fark ettiğim ilk 
gariplik, öğrencilerdi. İlk deneme sınavından en düşük notu ben aldığım halde, diğer öğrencilerin 
geri zekalı davranışlarına bazen dayanamıyordum. “Üğretmenüm, hayvanlar nasul çiftleşür?” 
“Hocam çok afedersiniz, eksi mi negatif demiştiniz yoksa artı mı?” Öğretmen tam bir makine gibi 
sorulan her soruyu en ufak bir bıkma belirtisi olmadan cevaplıyordu. Daha negatifi pozitifi 
bilmeyen birini nasıl alabilirlerdi ki buraya? Ama neredeyse hepsi böyleydi.
Sonra işler daha da garipleşti. Belirli saatlerde bize karanlık bir odada dev ekrandan 
programlar seyrettirmeye başladılar. En başında “Umut Production” yazan, devamında da... 
tavşanlı, kaplumbağalı, ayıcıklı çizgi filmler. İşte buna gariplik derim. Bir Allah’ın kulu çıkıp da 
“Arkadaş siz naapıyosunuz burda?!” demedi. Sanki ben diyebildim.
Artık neredeyse iki derste bir bu programları seyrettirmeye başladılar. Sonraki derste ise, 
hoca giriyor, tahtayı bile kullanmadan anlatacağını anlatıyor, çoğunlukla okuyor, sonra da 
gidiyordu. Bu esnada da öğrenciler hızla not alıyorlardı. Bir gün dayanamadım teneffüste 
yanımdaki öğrenciye söyledim: “Ya bu hocalar ne biçim ders anlatıyor böyle, bir bok 
anlamıyorum vallaa.”
Kız manyak: “Onun için mi her yıl ilk yüzde otuz öğrencileri var?” dedi. Artık bir sorun 
olduğundan emindim. “Günü gününe çalışırsan, programa uyarsan sen de başarılı olursun.” diye 
devam etti ama ben başka şeyler düşünüyordum. “Ben o programı saçma buluyorum. Fazla da 
sallamıyorum açıkçası.” dedim. Kız bir anda kayboldu? Allah Allah.
Televizyon seansları başladığından beri deneme sınavlarında gittikçe diğer çocuklarla 
aramdaki puan farkı açılıyordu. Her sınavda kesinlikle yüz küsur öğrenciden sonuncu oluyordum, 
ve gerçekten kendimi aşşağılık bir yaratık gibi görmeye başlamıştım. Dershanede tam bir kaos 
ortamı vardı, ama dünyanın en düzenli, en sessiz kaosu. İnsanlar birbiriyle hiç konuşmamaya 
başladıktan sonra kafayı yiyecek gibi olmuştum. Kimse sorduklarıma, dersle ilgili bile olsa, cevap 
vermiyordu. 
Evet nerdeydik, kız ortadan kaybolmuştu değil mi? Ben de gittim en son deneme 
sınavının sonucuna baktım. Yine sonuncuydum, bu sefer benden bir önceki eleman beni 
neredeyse ikiye katlamıştı. Zaten ben hariç öğrenciler birbirine yakın puanlar alıyorlardı. Yanımda 
sonuçlara bakmaya gelen kız bir anda patlar gibi ağlamaya başladı. “Yanlış bakmışlar, yanlış 
bakmışlar” diye tam bir embesil gibi ağlıyordu. “Nerde senin puanın?” dedim, eliyle gösterdi. 
‘Burcu Akel’ mi? “İyi de senin adın Ebru Akel değil mi?” dedim. Yüzüme baktı, sonra 
cüzdanından kimliğini çıkarıp ismine baktı. “Haklısın, ben karıştırmışım.” dedi! İşte o anda filmler 
koptu bende. Bütün bunlar yetmezmiş gibi az önce kaybolan kız geri geldi: “Seni müdür bey 
çağırıyor, bişey dicekmiş.” Lan?
Kızın suçlayıcı bakışlarından hızla uzaklaşıp müdürün ‘seviyesine’ çıktım. Tık tık, girdim 
içeri. İçerdeydi, bilgisayarını kurcalıyordu. “Fuat Kolcu” dedi. Bu arada adım Fuat, tanıştığımıza 


memnun oldum. Gözlerimin içine çok kötü baktı be, sanki “itiraf et, sen öldürdün” diyecekmiş 
gibi. Zaten bir iki saniye düşünmedim değil, ‘lan acaba birini mi öldürdüm?’ diye. “Biz burda sizin 
iyiliğiniz için çabalıyoruz yavrum?” Biliyorum bu soru cümlesi değil ama herif soru sorar gibi 
söyledi. “Bize üç şeyi teyit etmiştin, bunlardan birisi de verilen programa uymaktı.” TAK! Kapı 
kapanma efekti. Swiss! Arkaya dönüp bakma efekti. OHA! İki tane zebella gibi adam görme 
efekti. “Naapıcaksınız dövecek misiniz? Naaptım ki ben?” “Kurallarımıza uymamışsın.” MIŞSIN. 
Güzel Türkçe’mizi öğrenelim; -mışsın ekinin halk arasındaki adı ‘ispiyon eki’dir, ve birinin sizi 
ispiyonladığını ifade eder. Bu durumda, ispiyoncu o manyak karı, ama niye?
“Sen bize çok büyük sorun oldun. Diğerleriyle arandaki puan farklarına bir baksana. Artı 
programa uymuyorsun, artı... DÜZENİMİZİ SORGULUYORSUN.” Benim bişey sorguladığım 
yok ki, sadece... evet aslında sorguluyorum, “Siz ne biçim dershanesiniz!” diye patladım ne yazık 
ki. Hem de çok yanlış bir zamanda ve çoook yanlış bir yerde. Arkadan öyle bir darbe indi ki 
kafama, acıyı hissedemedim, sadece flaş ve sarsıntı. Ellerimi kollarımı arkadan iki zebella tuttu, 
sandalyeye oturtuldum. Kıpırdayamıyordum. Yarı baygındım, ama biraz da numara yapıyordum. 
Müdürün elinde iğne gördüm “Naabıcaksınııııııız” “Birazdan sınıfta kalp krizi geçirip öleceksin.” 
dedi müdür. “Ama neden? Bu kadar mı önemli? Tamam, söz, çok daha fazla çalışırım, arayı 
kapatırım, programınıza uyarım. Lütfe...” Adam şırıngaya ilacı çekti bile, beni sallamıyordu: 
“Sorun o değil ki. Sen bize uygun değilsin, programa uymadın, bizi sorguladın, puanların hala 
düşük, bu da gösteriyor ki gösterdiğimiz video programlarından da etkilenmiyorsun. Nerde sorun 
var hiç bilmiyorum, daha önce asla sorun yaşamadım. Yani senin IQ’na sahip olan yüzlerce...” 
“Durun durun durun bir dakka! Ben o testi uydurmuştum, nasıl olduysa tutmuş, yani ben sizin 
sandığınız kadar zeki de....” “UYDURDUN MU? Hayatını, geleceğini belirleyeceğin bir 
dershanenin sınavına girerken cevapları uydurdun mu? Bu ne biçim sorumsuzluktur! Zaten seni 
ilk gördüğümde anlamıştım geri zekalı... olmadığını.” Bir dakka bir dakka, mola (derler ya 
Amerikalılar). “Patron bir dakka siz geri zekalıları mı alıyodunuz?” Tabi ya! Ulan o kadar soruyu 
kıçımdan uydurmuşum, zaten tutsa sayısal lotocu falan olmam gerekirdi. Demek olayları buymuş.
Adam devam etti: “Programımıza uyman için geri zekalı olman lazım. Zihnini anca o 
şekilde kontrol edip istediğimiz gibi yoğurabiliriz. Moronları çok severim, siliktirler, asla karşı 
gelmezler, her istediğini uygulayabilirsin. Ben bu işe yirmi küsur yılımı verdim, babam da bir o 
kadar zaman harcadı. Deneme yanılmalarla bu noktaya geldim. Dişliler çoktan yerine oturdu, sen 
çok geç kaldın. Biz bu işe bütün servetimizi yatırdık.” iğneyi koluma yaklaştırdı.
“ÜLKEYİ MORONLAR YÖNETSİN DİYE Mİ?” baygın numarası yapmayı bırakıp 
aniden ayağa fırladım ve elindeki iğneye tekme attım. Kendimi ileri atınca kollarımı da kurtardım, 
gulyabanilerin arasından sıyrılıp dışarı attım kendimi. Arkamdan bağırdı: “Yakalayın, kaçıyor! 
Hepinizden kopya çekmiş!” Bir insan nasıl herkesten kopya çekebilir? Buna inanmak için geri 
zekalı olmak lazım :P 
Öğrenciler işini gücünü bırakıp bana saldırmaya başladılar. Lanet olsun zombilerle dolu 
bir binaya düşmüştüm sanki. Bir tekme ona, bir yumruk şu kızın suratına, “çekilin be” tekmelerle 
yumruklarla çıkışa vardım. En sevdiğim T-Shirt L Her neyse sırası değil. Hemen eve uçtum. 
Annem karşıladı kapıda “Oğlum ne oldu?” “Dur anne iki dakka ya, dershanede yaptılar.” “Ne! 
Merak etme ben şimdi ararım müdürü.” “Ne müdürü anne ya! Müdür yaptı zaten.” Hemen 
telefona sarıldım, sertçe elime aldım da denebilir. Dershaneyi aradım: “Aloov?” “Hepinizi şikayet 
edicem, dershanenizi kapattırıcam, sizi de hapse attırıcam. Bu yaptığınız yanınıza kar kalmıycak. 
Sizden şüphelenince her şeyi gizli kameraya çektim, programları, öğrencileri (blöf blöf blöf). Sizi 
Deha Muhtar’a maymun edicem.”
“Selamımı da söyle, Faik Hoca dersin, çoktandır görmedim keratayı.” “O da mı?” “Hem 
de en başarılı öğrencilerimdendi. Sadece o değil. Etrafına bir bak. Konuşmayı beceremeyen 
matematik profesörleri, dört işlem yapamayan edebiyat hocaları, mühendisler, yöneticiler, 
memurlar, astronomlar, IQ testi yapılsa hiçbiri tutuk zekayı geçemez, ama en iyi mevkiler onlarda. 
İki formül, iki kitap ezberleyen profesör oluyor. Üniversiteye girince anlayacaksın. Şimdi hepsi 
mutlu, onları ben mutlu yaptım. Ayrıca... benim yöntemlerim Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 


onaylanmıştır, Ramiz’ciğim sağ olsun, ona da çok emeğim geçti. Bana hiçbi şey yapamazsın, ben 
yasalım.”
“İnsan öldürmek de mi yasal?”
“Kanıtlayamazsın, üzgünüm. Bu arada eğer başka dershaneye gidersen veya bizi 
başkalarına anlatırsan seni ortadan kaldırmak zorunda kalırız...” Telefon kapandı. Unuttukları bi 
şey var, ben hepsinden daha zekiyim, eee? Durun bir dakka düşünüyorum. Pekala, kaba kuvvet, 
polis, jandarma, sanırım bunlar işe yaramaz. Mahkemelerde de zaten onların adamları var, yani 
bence var. Tamam, onları cümle aleme rezil etme planı kuralım bir tane...
Ertesi gün maymunlar cehennemine geri döndüm. Seri adımlarla binaya dalıp TV odasına 
gittim. Beni gören öğrenciler, hiçbi şey olmamış gibi davranıyorlardı. Yirmi dakika sonra yayın 
odasından çıktım ve seri adımlarla, müdür ve adamları beni görmeden kaçtım. O günkü video 
programı hepsinden özeldi. Tinto Brass’ın en adi filmlerinden biri oynuyordu tavşanla 
kaplumbağa niyetine. Görevliler her zamanki gibi dışarıdaydı, yayından etkilenmemek için tabi. 
Ertesi gün tekrar gittim, yine yayın odasına girdim, bıraktığım gizli kameramı (komşu kızına nasip 
olamadı o kamera bir türlü) alıp cebime koydum. Dışarı çıktııııııım. Müdürle burun buruna geldik. 
“Yakalayın! Hepinizden kopya......” Moron olan onlar, ben değilim, eleman sözünü bitiremeden 
ben dışarı uçmuştum bile, laf aramızda iyi koşucuyumdur, özellikle götüm sıkıştığında.
Ertesi Gün Şov Haber’de: “Dershanede skandal! Eğitim verecez diye porno seyrettirip, 
genç zihinleri bulandırıyorlar. Bu dershanenin adı... AZ SONRA!” Porno mu? Tinto Brass adi 
olabilir, filmleri iğrenç olabilir ama asla porno değildir... Çok merak ediyorum, o programı 
seyreden öğrencilere ne oldu? Dershane tabi ki kapatıldı. Onları kendi silahlarıyla vurmuş oldum. 
Müdür kimseye laf anlatamadı, zaten kimse bir daha çocuğunu o dershaneye yollamaya niyetli 
değildi. Bu ülkenin bu özelliğini çok seviyorum, birini karalamak o kadar kolay ki. Bana ne mi 
oldu? Şimdilik televizyon kanalından aldığım parayla idare ediyorum, bu arada resme devam. İşsiz 
olalım ne olcak?

Download 0.64 Mb.
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   13




Download 0.64 Mb.
Pdf ko'rish