Tuncer’in Çeşme’de bir villası var. Denize uzak, dağın tepesinde. Oraya gittiklerini
öğrendim Tuncer’in evini arayınca. İşte o bardağı taşıran son damla oldu. Saatler sonra kapının
açılıp kızın tam dışarı çıkarken beni görmesine şahit olacaktın. Onu kenara itip içeri daldım.
Tuncer banyodan çıkıyordu, altını havluyla sarmıştı. “Burda ne arıyosun” demesine fırsat
bırakmadan silahımı burnuna dayadım. Arkamdan beni durdurmaya gelen kızı yatak odasına
attım. “Birazdan ikimizden biri ölecek, katil de sensin” dedim. Kapıyı kızın dehşet dolu bakışları
üzerine kilitledim. Koridorda durduğum için Tuncer dışarı kaçamamıştı ama yanına geldiğimde
cep telefonuyla konuşuyordu. Silahı tekrar suratına doğrultunca telefonu yere bırakıp ellerini
havaya kaldırdı.
“Ellerini kaldırmana gerek yok” dedim. “Sana güvenim tam.” Sonra kendi yaptığım
espriye kendim güldüm. Oturma odasındaki masaya oturduk. Televizyonun karşısındaki sehpada
bira şişeleri ve izmarit dolu bir küllük vardı.
“Demek beni satacak kadar istiyosun o kızı” dedim. Bir elimle silahı Tuncer’in yüzüne
doğru tutarken diğer elimle altıpatları çıkardım. “Bunun içinde tek kurşun var.” Pislik yapmaya
kalkarsa öteki silahla suratını dağıtacaktım. Başka şansı yoktu. Altıpatları Tuncer’e verdim. “Önce
çevir, sonra kafana sık, sonra bana ver. Tabi eğer erkeksen.”
Silahı bana uzattı: “Önce sen” dedi. “Tabi eğer erkeksen.” Ben sıktım, sonra o sıktı, sonra
yine ben sıktım. Sıra yine ona geldi. Ölmekten çok korkuyordu nedense. Silah kafasında uzun süre
bekledi. Sonra silahı masanın üzerine koydu: “Sen kazandın” dedi. Ona kazık attığımın farkına
vardı mı acaba diye düşündüm bir an. “Kız senin olsun. Al götür hayrını gör. Bi daha karşına
çıkarsam en adi şerefsizim.”
“Olay o değil” dedim. “Yirmi küsür yıllık dostluğumuzu bu kadar kolay harcayabilmene
yıkıldım. Bir karı için.”
Gözlerimle sol elimdeki silahı gösterdim: “Ya üçte bir ihtimal ölürsün ya da kesin ölürsün.
Sen seç.” Sessizce düşündü. Masadaki altıpatlara uzun uzun baktı. En sonunda tuttuğu nefesini
dışarı bıraktı ve masadan silahı aldı.
“Bu da olmazsa beni vurmak zorunda kalacaksın” dedi. Silahı avcunun içinde seyretti. Sağ
tarafa baktı, sağında pencere vardı. Beynini delip geçen kurşunun nereye gideceğini merak etti
herhalde.
Silkahın namlusu şakağına dayalı vaziyette birkaç dakika geçirdi. “Çek tetiği artık, ikimiz de
kurtulalım” dedim Tuncer’in gözlerinin içine bakarak. Gözlerini kapattı, avazı çıktığı kadar
haykırarak tetiği çekti...
“Sana bişey söylemeyi unuttum” dedim. “Bu iddiaya girerek seni kazıkladım.” Altıpatlar
Tuncer’in avcunun içinde duruyordu. Silahımı elinden aldım. Hala kıpırdamıyordu. “Aslında
oyunun başında ben kazanmıştım. Neden mi? Çünkü senin kaybedecek bir sevgilin, işin, evin,
araban, hatta sağlığın var. Bense cehenneme bilet almışım, otobüsün gelmesini bekliyorum.”
Tuncer’in gözbebekleri hareket etmiyordu. “Senden ayrılmak zor olacak...”
“En azından kendimi öldürmiycem.” dedi Tuncer girdiği şoktan çıkarak. “Ya sen ölücen,
ya da beni öldürücen.”
“Yanlış düşünüyorsun” dedim Tuncer’e alaycı bir ses tonuyla. Silahı kafama dayadım:
“İçine kurşun koyup koymadığımı nerden biliyorsun?” diyip tetiği çektim. Çok ilginç bir
duyguydu. Bir anda kafamda bir sıcaklık, sonra kafamın içinin boşaldığını hissettim. Acımadı
fazla. Silahın sesini bile doğru düzgün duyamadım.
Yanarak ölen insan neler hissediyordur acaba? Nereye kadar acı çekiyordur? Veya suda
boğularak ölen? Zaten havasız kalmaktan yeterince kıvranıyordur, ama ya canı çıkarken neler
hissediyordur? Ben o konuda şanslıydım. Ne olduğunu bile anlayamamıştım...
Eee..? Senin PTT çukuru olayı nasıl oldu?